15 Mayıs 2009 Cuma

Galatasaray'da Neler Oluyor? (2)


Söze başlamadan önce çok önemli bir gelişmeyi bildirmek istiyorum efenim. Malumunuz son yazıda Adnan Polat ve yönetimin başarısızlığı ve bocalamaları bir türlü sindiremediklerinden bahsetmiştim. Ancak Adnan abim sağolsun son yazımı okumuş olmalı ki, bu sabah saatlerinde olağan genel kurulda konuşurken "Futbol takımımızın "başarısız" olduğunu söylemeliyim." deyi bir laf etti. Kendisine teşekkür ediyor ve dün söylediklerimin büyük bölümü adına af diliyorum. Benim söylediklerimi nihayet tersine çıkararak her bir futbolseveri birazcık olsun sevindirebildi.

Şimdi Gelelim Galatasarayımıza. Kaldığım yerden devam edeyim dedim. Efendim kaldığım yer Bülent Korkmaz. Yani kendisini yazmak aklımdaydı ve en son orada kalmıştı. Yoksa yazımda bahsedememiştim. Neyse. "Büyük Kaptan" ı anlatmaya ne kelimeler ne de benim yaşım yetmez her şeyden önce. Ben henüz kundaktayken, o adam Galatasaray'ın Avrupa'da ortalığı birbirine kattığı 80lerin sonlarında sahada yer alabilmiş, 90'lar boyunca buna devam etmiş. Sayısız lig ve Türkiye kupası şampiyonlukları görmüş, milli takımla dünya üçüncülüğü yaşamış, Uefa ve Süper Kupa'yı kaldırmış bir futbolcu. O'nun kariyeri belki Giggs'te var, belki Roy Keane'de. Yalnız şimdi konuşacağımız şey teknik direktörlüğü.

Galatasaray'ın başına geldiği andan itibaren ligde oynadığı maçlarda her maçta ya bir gol atabilmiş takımı, ya da hiç atamamış. Sürekli bir bocalama var ortalıkta. Ha bu Bülent'in suçu mu, yoksa futbolcuların mı? Tüm bu kötü sonuçlardan Bülent Korkmaz'ı sorumlu tutmak, çok fazla iyimserlik olur. Şampiyonluk hedefinden giderek uzaklaşan bir takımın futbolcularının kendilerini salmaya başlamaları, takım motivasyonunun kurulmasındaki büyük güçlükler, takım içinde oturtulamayan dengeler vesaire vesaire...

Şimdi eğer Bülent Korkmaz'la bu iş olmayacaksa hiç o işe kalkışmayacaksın kardeşim. Bu iş "ya bi deneyelim görelim" işi değil. Ha öyle de algılayabilirsin. Bunda da bir sakınca yok. Ama eğer "bi deneyelim görelim ne olacak" diyorsan da, bekle ki bir sezon geçsin aradan. Bülent Korkmaz gibi bir adamı takımın başına getiriyorsan, sabretmesini de bileceksin. Başkan çıkıp teknik direktörümüzün arkasındayız, uzun yıllar burada hizmet etmesini istiyoruz kâbilinden cümleler kuruyor. Daha sonra da yönetimin çok büyük bir kısmı (Polat da bunlara dahil mi bilmiyoruz) gelecek sezon için Korkmaz'ı düşünmediklerini konuşuyorlar. Dedikodular her yana saçılıyor. Şahsi kanaatim Bülent Korkmaz'ın takımın başına hiç getirilmemiş olmasından yanaydı. Ama madem getirildi, o halde en azından gelecek sezonun ilk yarısının sonuna dek şans tanınmalı. Çünkü Bülent Korkmaz, berbat takım yönetse de, ciddi hatalar yapsa da koca bir değerdir ve henüz teknik direktörlük kariyerinin başındadır.

İki gün sular kesilse çığırdan çıkıyoruz öyle değil mi? Suyun yokluğunda anlıyoruz ne denli değerli olduğunu. Şimdi de bir aralar burun kıvırdığımız Eric Gerets'i, Mircea Lucescu'yu aramıyor mu gözlerimiz? Takımı Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finaline çıkarmış, ligde şampiyon yapmış Lucescu'dan söz ediyoruz. Fatih Terim'in geri getirilmesi uğruna harcanan adamdan. Ya da Bir sezonda 83 puan toplayarak asla vazgeçmeden, son ana kadar saldırarak takımı 2005 yılında olağanüstü bir şampiyonluğa taşıyan Eric Gerets'ten bahsediyoruz. Peki bu adamlardan sonra elimize ne geçti? Koca bir hiç.

Şimdi biraz da şu bizim yeni yapılan stadyumdan bahsedelim. O kadar talihsiz bir zamana denk geldi ki bu iş. Küresel krizin tavan yaptığı şu günlerde, Galatasaray'ın anlaşma yaptığı Talu da, taşeron firmalarla anlaşmakta güçlük çekiyor. Sağda solda kredi arayıp bulamamaktan helâk olmuş vaziyette. Hal böyle olunca da işçilere paraları ödenemiyor, stadyum inşaatı aksıyor. Tam manasıyla bir talihsizlik. Bu konudagünah keçisi aranacaksa ben hiç kasmadan Eren Talu'yu gösterebilirim. Zaten onlar da başkalarını göseriyorlar. O başkaları da başkalarını. Böyle dönmüyor mu bu işler?

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Galatasaray'da Neler Oluyor?


Sezon sonuna yaklaştığımız şu günlerde hem yönetim hem de sportif bazda bir garip hezeyan kaplamış bizimkileri. Son dakikada ödenen futbolcu paraları, teknik direktör konusundaki çelişkili ifadeler, her hafta değişen görüşler, kalıyor mu gidiyor mu belli olmayan futbolcular derken, ortalık şenlik yerine döndü yemin ediyorum. Bir dönme-dolaptır gidiyor. eğlenenini mi ararsın, yere düşüp ağzını burnunu kıranını mı...

Koca bir sportif ağı yönetmek elbette zor bir iş. Sırf futbol şubesi bile başlı başına armegeddon yeri annem. Bazen işler sürekli kötü gidebilir. Ya da en azından arada bir aksayabilir. Bunlar normal. Hele ki Galatasaray gibi bir kulübü yönetiyorsanız, elbette olacak. Yalnız anlayamadığım tek bir şey var. O da neden her seferinde Adnan Polat abimizin çıkıp da "bizi yıpratmaya çalışıyorlar" vay efenim "işler şahane gidiyor. çok güzel yapacaz edecez. bunlar hep bok atıyo" gibisinden sözler sarfettiği. Yahu işler aksar, her şey yolunda gitmez her zaman. Kimse Galatasaray mükemmel olmak zorunda demiyor ki. Ama eleştiri olduğunda, çıkıp da bir gün "evet hatalar yaptık. ama önemli olan bunları tekrar etmemek için çaba saerfetmek" diyebilse ya bir yönetici. Ha sanmayın ki bu yalnızca Galatasaray için geçerli. Al birini vur geri kalan kitleye be yavrum çocum.

Şurada geriye 3 hafta kaldı. Şampiyonluk da gidip gidip geliyor bir iki takım arasında. Bizim güzide takımımız da dördüncü bir şekilde mucizevi puan kayıplarını ve kazanımlarını bekliyor. Emre Güngör'ün geçenlerdeki bir maç öncesi yaptığı yarı espritüel diyaloğuna dikiz: "Abi durun yav, rakipler puan kaybeder belki, şampiyon falan oluruz." İnşallah be Emre'cim. Kim istemez ki... Olmayacak şey de değil, neler gördü bu futbol gubidiği Kethû şu garip hayatında. Neler olmadı ki ligimizde. Önemli olan Galatasaray'ın bu hale gelmesine duyduğumuz üzüntü tabii..

Gelelim gidecekler - kalacaklar mevzuuna. Aslında ben daha çok "gitmesi gerekenler" ve "kalması gerekenler" gözlüğünden bakmak istiyorum. Çünkü bir "kaave" sakini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, benim de oturduğum yerden yorum yapmaya hakkım var. Yasalarla bu hakkım korunuyor olmalı. (Okuyucuya ev ödevi: T.C Anayasası ve "Kaavede" oturan adamların futbol yorumlarıyla ilgili hüküm ve kararlar) Önce Forvet hattına bakalım. Milan Baros'u bırakan-satan-kaybeden-veren-gözden çıkaran bir tek Galatasaraylının bile olabileceğini sanmıyorum, düşünmek dahi istemiyorum. Herhalde son yıllarda Galatasaray'a transfer edilip de en çok işe yarar bir futbol oynayan yabancı santrfor olmalıdır kendisi. Jardel'den bu yana gelmediydi gayrı. "Yeaa Baroş da topcu mu canım" diyen 30'lu yaşlarını bitirmek üzere olan abilere buradan sesleniyorum: "Ali Lukunku'nun selamı var. Baros'un yerine ben oynarım diyomuş". Ümit Karan da bu sezon oynadığı futbolla da zaten gösterdi ki, kendisi artık ya futbol oynamak istemiyor, ya da ortalama bir süper lig takımında devam etmek arzusunda. Shabani Nonda'nın ise özellikle ikinci yarı performansının tam bir facia olduğunu söylemek, abartı olmasa gerek. Yani neymiş efendim, Baros abinin yanına şöyle hava toplarına hakim, güçlü fizikli bir partner şartmış.

Orta saha da bir acaip bolluk yeri. Arda'sından tut da Kewell'a, göbekte şarap gibi bekledikçe güzelleşen Ayhan'ından, istikrarlı adam Mehmet Topal'a kadar şahane bir genişlik söz konusu. Bir sağ açık birazcık muallakta. Orayı da aslen bir sol kanat oyuncusu olan Kewell dolduruyor. Arda, eğer iyi bir para verirlerse bu sene gidiyor gibi. Yerini solda Kewell gayet iyi doldurur. Yalnız eğer gitmezse -ki bu da düşük bir ihtimal değil hani- o vakit hesap tamam gibi. Lincoln konusunda çok açık ve net konuşuyorum; defalarca ve defalarca gördük ki, yararından çok zararı dokunan bir futbolcu bu. Dolayısıyla kalması neyi ifade edecek ki? Sezon boyu on-onbeş maç oynamayan bir adam, çıkıp da üç maç kazandırsa ne olur allaseen?

Defansta Uğur Uçar fırtınası geri dönüyor. İzlemeye doyamamaya başlamıştık ki, sakatlandı çocuk. Çok çok yazık oldu. Ama umarım dönüşüyle, çok özlediği ve özlettiği futboluna daha da güzellik katar. Sabri Sarığlu'na ise izninizle Kütahya Tavşanlı'ya ait bir uzun hava olan "Baay baay Hebinizzz" adlı türküyü armağan ediyorum. Hakan Balta için de "istikrar abidesi" klişesiyle bir tanımlamada bulunmak bu adama en hafif tabiriyle haksızlık. Yalnızca istikrar mı arkadaş? Attığı o muhteşem goller, hücuma ve savunmaya sürekli katkısı. Dört dörtlük performansı... Allah nazarlardan saklasın ne diyelim. Göbekte Servet-Emre(lerden birisi) durumu olacak gibi. Emre Aşık'ın maksimum iki sezon daha oynayacağını tahmin edersek, oraya ya Güngör ya da Bizim yeni oğlan Semih adapte olacaktır. Servet'in yerini tartışmaksa abesle iştigal olur efendiler. Ha illa Servet'in yanına bir transfer diyenler de var. Stoper alacaksanız iyi düşünün demekte de fayda var o zaman. Atsan atılmaz satsan satılmaz bir durumu var. Gerçi Meira'yı iyi sattık ama, her zaman tutmaz o şans. İyi düşünülüp, iyi tartılmalı yeni transfer. Gelelim transferin forvet hattıyla birlikte zaruri olduğu ikinci bölgeye: "kale". De Sanctis malum-ı âliniz bu sene yolcu. Yerine Atlethico'lu kaleci düşünülüyor. Emin değilim dostlar. Daha iyisi yok mu be abi? Emrah gibi ağlayacağım ya. Ha bana sorarsan Aykut'a teslim edelim kaleyi de, bu sefer de camianın yarısı başlıyor höykürmeye. Vay efenim bu kaleciyle başarı gelir miymiş de bik bik bik. İnanın sırf Camiamızın huzursuz olmaması için istiyorum kaleci transferini.

Velhasılı kelam yazacak daha çok şey var da, "Galatasaray'da Neler Oluyor - 2" başlığı altında yazsak daha iyi olur gibi. Haydi selametle...