26 Aralık 2012 Çarşamba

Trajikomiks 2012

Polis sizin dostunuzdur, arkadaşınızdır.

Evet böyle anlamlı bir güzellemeyle yazımıza başlayarak, 2012'yi kapatırken her birinize yeni yılın sağlık, mutlul...

Selam.

Polis tabi ki dostunuz, tabi ki arkadaşınız.
Başbakan Erdoğan elbette demokrat, elbette özgürlükçü, elbette aydın fikirllasıdhlsdkjghlhfsljhsfgh

Odtü'den bildiriyorum. Öğrenciler yürüyüşe geçtiklerinde yanlarında taşlar, sopalar, benzin bidonları, molotof kokteylleri, vermut kokteylleri, bacardi mojitolar vardı. Kimisi kaleşnikof taşıyor, kimisi de Kalinka oynuyordu. AK-47'lerine güller takan mı, güllerin içinden canım seke seke gelenler mi... Hepsi oradaydı.

Polis ellerindeki karanfillerle öğrencilere gülücükler saçarken, yanlışlıkla karanfil demetlerinden birinin bir arkadaşımızın başına gelmesiyle, kendisi hastaneye kaldırıldı. Durumunu sormaya gittik, "polene alerjisi varmış" dediler. Polis dostumuz, arkadaşımız olduğundan çok üzerinde durmadık.

O profesörler de mesleği bıraksın. Biz böyle bir ulema bilmedik. Bizim bildiğimiz ulema 30 yıl at üstünd...

Geçenlerde arkadaşlarla kaavede oturuyoruz. Bi taraftan batak atıyoruz, bi taraftan da interdisipliner yaklaşımların, özgür düşüncenin, üretkenliğin, yeni fikirlere açık olmanın falan aslında ne kadar da önemli olduğundan konuşuyoruz. Voltaire'in, Diderot'nun bunları iki yüz yıl önce içlerine sindirmiş insanlar olduklarından, bizimse üniversiteler olarak şu an 19.yy aydınları gibi insanlar yetiştirmekten çok uzak olduğumuzdan falan bahsediyorduk. Tam o sırada Bezm-i Alem ile Bişeybişey Zaim Üniversitesi rektörleri içeri girdi. Biz önce köşedeki mescidin imamıyla müezzini sandık ama, değilmiş. Neyse yanımıza oturdular "destur var mı" diyerekten, biz de buyur ettik çay ısmarladık. Konu döndü dolaştı bu öğrenci protestosuna geldi. Bezmi abi "uyduya karşı öğrenciler" falan bişeyler dedi, o sırada televizyonda ATV ara haber yayınlanıyordu, şöyle bi baktım. çaydan "hüürp" diye bi yudum aldım. Sonra Zaim abi konuştu. Aslında ben de karşıyım uyduya dedi. Bi kere Allah'ın uzayında ne arıyoruz, çarpılıcaklar falan dedi. Sonra Bezmi abi "Ama başbakanımız yollamış uyduyu" deyince Zaim abi "Haa doğru ya lan başbakan yollamıştı onu. E başbakan şirke girmiyor di mi şimdi estaüzübillah?" deyince, "Yok yok helal uydu bu" dedi Bezmi abi. Bi süre böyle konuştular. İkindi namazı gelince izin isteyip kalktılar. Tam çıkarlarken bunları arabasıyla almaya Siirt valisi geldi. İçeri bi "Selamın hello meeen" diyip çıktı hemen.

Bizim Norveçli bi Johansen abimiz var. Mail atmış bana. Çok yakın bi arkadaşımın teyzesi olan Patricia teyze'yle sıkı tanıdıklar aynı zamanda. "Sizin başbakanınız bir harika!!1!" yazmış başlığa. Öyle güzel bi demokrasiniz var ki bütün aydınlarımız, gazetecilerimiz size iltica etmek istiyolar demiş. Hak verdim tabi, duvarımdaki başbakan posterine baktım, hınzırca sırıttım. İyi ki varsın dedim. Bi ısırık daha aldım elmamdan. Hamdolsun. "Ekonominiz öyle harika ki, üniversiteleriniz öyle demokratik ve üretken ki" diye devam ediyor. Konudan konuya atlamış anlayacağınız. Bu Johansen abi geçen de "Bizim burda kızlar teklif ediyo" diye bi mail atmıştı. Uçak bileti ararken sildim yanlışlıkla o maili. Çok kadirşinas, munis bir insan.

Şam'a gitcez öğle yemeğine. "Sabah kahvaltıyı Ankara'da yapar, öğle yemeğini Şam'da yersiniz" diye sırtımı sıvazlayan bir Amerikalı çavuşun lafına güvenerek veriyorum bu bilgiyi size. Bi de patriot yolladılar. Bizi çok seviyolar lan. İyi ki varsın Amerika, Ay lav yu. Sen ki ululardan ulusun, rica-ül gaybsın. Kırklara karışmışsın. Vallah bambaşkasın.

AB kafayı bize takmış. İleri demokrasimizi kıskanıyolar tabi. Paso posta koyan, hakaret eden bi AB Bakanımız olmasaydı ezik büzük takılacaktık. Allahtan öyle değiliz. Adamlar bi atar yapıyo. "Atara atar gidere gider lan!!1!11!!!bir!!1111" diye çıkıyoruz karşılarına. İstikrarımızı, demokrasimizi, demokrasi kahramanı halife efendimizi çekemiyorlar. Kıskanç ibneler.

"Başkan olcam ben" dedi bizimki. Dolmuştaki "incem ben!!" diyen teyze edasıyla. Olsa da kurtulsak. Olsa da rahatlasak. Olsa da yanına varıp "Amuuuğa goyduuğk bülend başgaaağn!!1!" desek.

Akıllı-fikirli yıllar.

27 Kasım 2012 Salı

Hal Beyleyken - 2

Ecnebiler genel olarak bizim Alman Usulü dediğimiz şeye "Dutch Treat", yani kabaca Hollanda Usulü diyorlar. Hollandalıların bazen bahşişleri bile aralarında pay ettiklerini öğrendiğimde aslında hak vermedim değil tespite. Bu arada bizimkilerden biri Hollandalı'nın birine "Abi bizde buna Alman Usulü diyolar ya eki eki" dediğinde eleman baya bi sevinmiş, bi yerde okuduydum. İhale Almanlar'a kaldı diye gevrek gevrek gülmüştür müptezel pezevenk.

"Alman Usulü'nden aldığım hazzı, başka hiçbir şeyden almadım. Bütün dünya Alman'a da, usulüne de kurban olsun. Daşşağımızı yesin." Joseph Goebbels (İbretle anıyoruz.)

Not tutmak mühim. Sonra aklıma gelir yine nasıl olsa dediğin an ayvayı yedin. Sırf bu tembellik yüzünden yakın zamanda ölümsüzlüğün sırrı, zamanda yolculuk gibi uçuk şeyleri keşfedip-kaybetmiş bilim adamları varmış gibi hissediyorum. Düşünsene adam ışınlanmayı buluyor ama, "Oha lan çok basitmiş, yarın hatırlarım yine çok uykum var" diyip yatıyor. Ve sabah olduğunda bi de ne görsün? "Ananıskiyiiiii! Hıııaaammmın..."

Çamlıca'ya cami yapılacakmış. Arkadaşım sen de ben de çok iyi biliyoruz ki Çamlıca Tepesi'nin camiye ihtiyacı yok. Tepe de biz de gerekli bulmuyoruz bu durumu. Aslında komple camiden geçilmeyen bir şehirde fazladan camiye zaten ihtiyaç yok. Ha hepimiz biliyoruz derdinizin ibadetle bilmemneyle olmadığını o ayrı konu. Bizim burda cami var gideni yok oğlum. Yarısı bile dolmuyor. Bir tek cuma namazlarında bir de teravih namazlarında görüyorum ben doluluk oranının %90'ları zorladığını. Bayram namazları full oluyor ona bir şey demiyoruz. Ama ya diğer günler? İslam'da gereksiz mesarif, israf yani, günahtır oğlum. Bana bunlarla gelmeyin. 

Aşure gibi tatlı, Bağdat gibi diyar olmaz. Bağdat derken Amerikalılar tarafından ebesi zitilmiş şehirden bahsetmiyorum yalnız.

İşi gücü yok Muhteşem Yüzyıl'la bozdu kafayı bu sefer de. Defalarca tarih bilmediğini ispatlamış bir insan yine Kanuni'nin 30 yılının at üstünde geçtiğini söyleyerek bir kere daha saçmalama fırsatını kaçırmadı. "Ecdaağğdımızıığğzz!"... İçme şu sabah içtiğin şeyleri. Ne içiyosan içme. Yaramıyor sana. Bak sıfatın hakkında ileri geri de konuşmak istemiyorum. Zira simayla alay olmaz. Estaüzübillah küfre girer.

Tarihi tarihçilere bırakmanız şart insanoğlu! Şart!

Şu ana kadar bir kızdan aldığım en güzel iltifat şüphesiz "G.tüme Benziyosun" du. Uuu beybi. Hayatımda gururumun bu kadar okşandığı bir başka an daha hatırlamıyorum.










Hal Beyleyken


Mate çayı için, içirin. Çok güzel.

Seksin düşüncesi, icrasından daha güzel oluyorsa iki ihtimal vardır. Ya gerçekten de düşünce icradan daha kuvvetlidir. Ya da kendinizi sorgulamaya başlasanız iyi olur.

Arkadaşlar bakın bir şeyi açıklığa kavuşturalım. Bir mesele "Resmi Tarih" denilerek yok görülemez. "Resmi Tarih" demek her zaman için eşittir çarpıtılmış tarih demek "değildir." Bazen inanmayacaksınız ama "Resmi Tarih" de "doğru" söyleyebilir. Yani tarihin resmisi gayrı resmisi yoktur. Sağlıklısı ve Gerçeğin peşinde olanıyla, Sakatı ve çarpıtılmışı vardır. 

Çocukken dünya haritasını açar ülkelerin yerlerini tespit ederdim. Avrupa kentlerinin başkentlerini ezberler, dünyanın ve evrenin yapısıyla ilgili ansiklopedi maddelerini okurdum. O zamanlar bilgisayarlar evlerde yaygın değildi. Hatta çok azdı. Ama Temel Britannica vardı, Meydan Larousse vardı. Ve insanlar merak ederken efor sarfediyordu. Şimdi inanın çocukluğumdaki kadar heyecanlı değilim. Kalkıp da Burkina Faso'nun başkentini merak etmiyorum. Neler değişti dersiniz? (Tamam lan Ouagadougou. Ama Vagadugu diye telaffuz ediliyor.)

Bir yerde ne kadar çok "demokrasi" lafı ediliyorsa, o yer o kadar mahrumdur ondan. Hele hele "ileri demokrasi" gibi "onbin milyon baloncuk" ayarlı bir kavram sakız olduysa ağızlarda, kaçın oradan. Uzaklaşın.

Hiç kimse "bütün toplumu kucaklayamaz." Hiçbir siyasi parti "herkesin partisi" olamaz. Bırakın bu boş lafları. Herkese hoş görüneceğiz diye karaktersizleşmeyin. "Herkesin partisiyiz" demek, güzel bir şey demek değil. Bir şeyin partisi ol, en azından ne olduğunu bilelim.

Mesele askeri darbelere karşı olmak değildir. Mesele demokrasiden ve adil hukuktan yana taraf olmaktır. Çünkü biz çok iyi biliyoruz ki, diktatörlük üniformayla da üniformasız da diktatörlüktür. Yargıyı, eğitim teşkilatını, iç güvenlik teşkilatını bu diktanın "askeri" gibi kullandığınızda maalesef "demokratik" olmuyorsunuz. Vesayet askeri ya da sivil olmuş farketmez. Götlük götlüktür.

Amına koydular yepisyeni dünyanın.

15 Temmuz 2012 Pazar

Dikkat Komutanım!

İşbu yazı genelde Silahlı Kuvvetler, özelde Deniz Kuvvetleri mensubu er ve erbaşlar arasındaki askeri jargona küçük bir örnek teşkil etmektedir. Anısı 5 aya sıkışmış askerlik dönemi ve güzel arkadaşlıklara ithaf olunur.

"Sıkıntı Yok": Günlerden bir Aralık günü. İskenderun Deniz Er Eğitim Alayı'nda bir kış ayından çok bahar havası var. Eğitimle birlikte bu hava yaza bile dönüşebiliyor. Kış ayında askere geldiğimiz için şükrediyoruz. Uzman çavuş, anlatılan bir derdi dinledikten sonra söylüyor bu kelimeyi. Daha sonra usta birliğinde de sık sık duyacağımızı bilmiyoruz tabi. "Sıkıntı yok." Yaşanılan sorunun herhangi bir darboğaz yaşatmayacağı manasına geliyor. "Önemli Değil" le eş anlamlı. Usta birliğinde, koğuştaki Kürt arkadaşların etkisiyle Kürtçe'yi öğrenmeye başladığımız zamanlarda yani, "Sıkıntı Tunne/Tınne" haline döndüğü de gözleniyor ve dilimize yapışıyor.

"Şafak": Acemi birliğinde kısa dönem arkadaşlarla birlikte ancak geyiğini yaptığımız, usta birliğinde ise geyikten gerçeğe dönen bir sıkıştırma aleti. Mengene gibi. Azaldıkça uzuyor gibi sanırsınız. Einstein askerlik yaptı mı bilmiyorum ama, "Zamanın göreceli bir kavram" olmasını tatmaya başlayacağınız yer burası ey Türk erkeği.

"Şafak Sıkıştırıyor": Terhis gününün yaklaşmasını müteakip, asker insanın askerliğin bittiği havasına kapılması, ancak henüz bitmediğini halihazırda işbaşıları/kamuflajları üzerinde içtimaya girerken farketmesi gibi etmenler sonucu oluşan "can sıkıntısı" hali. Kalmış iki hafta. Koca 158 günü yemişsiniz (Uzun dönemler için bu 450 güne tekabül eder.) Kalmış hepi topu 10 gün falan. Sinirleriniz gerilir. Halen bu şeye katlanmak zorunda olduğunuzun farkına varırsınız. Astsubayların, komutanların, başka askerlerin sözleri size her zamankinden daha fazla yük getirmeye başlar. Bölük astsubayının "Aferim Kethüda ya" sözünü bile "Allah belanı versin Kethüda ya" gibi duymaya başlarsınız. Özgürlükten gayrısı paklamayacaktır artık sizi. Sabredersiniz. Uzun dönemleri, geride bıraktığınız zor günleri düşünüp teselli bulursunuz.

"Torun": Usta birliğinin ilk günlerinde her gün çıkılan (sonraki 130 küsur günde çıkılacak olan ve ikinci katttaki Barbaros Hayreddin Paşa resmini görmekten -paşayı sevmekle birlikte- gına gelinen) merdivenlerin sonunda dallamanın birisinin "Şşt torun!" diye seslenmesi, yanındaki arkadaşın "ne torunu oğlum hoca o" diye arkadaşı uyarması, benim torun diyen herife öldürecek gibi bakmam... 

"Dikkat": Birden fazla anlamı var bunun. Bir nevi anahtar kelime. Ortama bir rütbeli geldiğinde, ortamda bulunan en kıdemli/rütbeli asker tarafından "Dikkaat!" deyü ortama hafifçe çıgrılır. Ki herkes kendine çeki düzen versin diye. aynı zamanda bir yerden "Kethüda!" diye bir ses işitildiğinde "dikkat!?" diye cevap vermek vardır ki, bu da ayrı bir durum. askerin mi komutanın mı seslendiğini bilmeyebiliyorsunuz. Dikkat diye yanıtlamak bu durumda problem yaratmıyor. Komutanınız olduğunu gördüğünüzde "dikkat komutanım" diye tekrarlıyorsunuz. Bizim Deniz Kuvvetlerinde "Emredin Komutanım" yerine geçiyor.

"Dikkat Çekmek": Genelde koğuş katına nöbetçi astsubay ya da subay çıkarken koğuş nöbetçileri tarafından icra edilir. "Dikkkeiyaaaağğyt" diye höykürür bir asker ki, cep telefonları, müzik aletleri, sigaralar ortalıktan hemen kaldırılsın.

"Şafağım mı kalmış?": Terhise sayılı günler kala, bir askerin günlük rutin olarak yapması gerekenleri yapmaması, aksatması ya da sallamaması gibi durumlar ortaya çıkabiliyor. E gidiyorsunuz diye sallamıyorsunuz artık tabi. Sakal traşını aksatabiliyorsunuz, bölük komutanı çağırınca "uyuyo deyin uyuyo" diye gitmeyebiliyorsunuz falan. "Abi ne yapıcam yeaaağ?!? bu şafaktan sonra ne yabıcam hıığ?" gibi öküzlükler yapabiliyorsunuz. Yaptık yani.

"Bu şafaktan sonra ben mi yapayım?": Üstteki maddeyle bütünüyle eş anlamlıdır.

"S.kimde olur mu?": Askerin bulunduğu konum, şafağının kalmaması ya da tamamen canına susayarak hiçbir emri sallamaması durumunda kullandığı terim. Her üçünü de bir şekilde yaşarsınız muhtemelen.

"Anlaşıldı Komutanım": Benim gibi hem bölük çavuşluğu hem bölük yazıcılığını bir arada yapan bir adam için üstten gelen emirleri uygulayan, iş manyağı bölük astsubayının her işini canla başla yapmaya gayret eden bir adamın askerde herhalde en çok kullandığı terimdir bu. "Anlaşıldı komutanım. Anlaşıldı.. Hı hı. Evet evet. Anlaşıldı... Anlaşıldı komutanım." Bunun tersi haliyle "Anlaşılmadı komutanım" dır. Ancak her ne kadar anlaşılmasa da söylenmeye pek g.t yemez. O yüzden "anlaşıldı" denir geçilir.

"Öyle bi şafak mı var yeağooğaağ?": Genelde dağıtım iznine gittiği için arkadaşlarından geç terhis olacak olan birkaç kısa dönem olarak, devrelerimizden yaklaşık 100 küsur gün boyunca duyduğumuz şey. Her ne kadar hep beraber gülünüp geçilse de, her defasında yapılır ve her defasında ister istemez biraz kanınıza dokunur. Fatih denen dünya tatlısı ama bir o kadar da şerefsiz asker arkadaşınız önce "Şafak kaç Mört?" der. Sizin 9 demenizi müteakip (kendisininki 2'dir) "oooooğ o ne yoğeaa? Öyle bi şafak mı var Mört? Muhoauhoah" diye güler. Kendisine küfredilir. Yine güler.

"Nöbet Kitlemek": Malın hası olan, art niyetli olan ve sevilmeyen yavşaklara iyi bir ders vermek için biçilmez kaftan bir yöntem. Yazıcı olarak nöbetleri yazıyorsanız kendinizi bir anda hakim gibi hissediyorsunuz. "Şu adam iyi adam şuna şu nöbeti yazayım. Bu adam geçen hafta bunu tutmuş, bu hafta bunu tutsun yazıktır. Bu itin teki sabah 4-8'i kitleyelim yavşağa v.s...."

"Rahatta Bekle": Bölük çavuşu olarak genelde akşam ictimalarını alırken bölüğü hizaya soktuktan sonra en son verilen "rahat" komutunun ardından söylenen sözdür.

"Çarşını Keserim": Bölük astsubayının askeri tehdit ederken, ya da bölük çavuşu/yazıcısı ibişin (öhm) asker arkadaşına şaka yaparken kullandığı öküzce sesleniş.

"Ses Kes, Şafak Dinle!": Şafağı kalmamış, ertesi gün çıkacak olan asker "Doğan Güneş!" yaptığı gecede uğurlanırken, bölükten bir başkası bu şekilde bağırır. Ve askerin şafağının doğan güneş olduğu bir tören havasında dile getirilir. Aslında can sıkıcı bir ritüeldir. Ama hep yapılır.

"Yalamak": "Nası iyi yalıyon mu Redim'i Kethüda abi?" sözünü kaç bin defa duymuşumdur bilemezsiniz. Branş astsubaylarınız, yani görev yaptığınız yerin amiri için asker arkadaşlarınız "kocan" tabirini kullanırlar. "Kocan geldi mi?" gibi... Siz de onlara aynısını yaparsınız tabi. Yalamak da "yalakalık yapmak" tan gelir. Askerde herkes herkesi yalar. Asker askeri, asker komutanı, komutan askeri. Hatta en çok komutanın askeri yaladığı vakidir. Çünkü bazı konumlar stratejiktir. Ve o işi yapacak başka asker yoktur. Bu sizi, bölük komutanınızı bile yeri geldiğinde takmamaya itebilir. Getirisi size çift çarşı, nöbetsizlik ya da çarşı izinlerinde erken çıkış-geç dönüş olarak dönebilir.

"Bi Şafak Söyle de Serinleyelim": "Şafak Sıkıştıran" üst devrelerin, şafağı daha çok olan alt devrelere söylediği ve aldıkları cevapla rahatladıkları söz. "Kaç? 145 mi off o ne beeeağ... Vallahi rahatladım...."

"Şafağın Yetmez": "Bu eylemi gerçekleştirecek kadar kıdemli değilsin" anlamındadır.

"Kethüda, seni s.kerim.": Aslında bu jargonun bir parçası değil. Ama 1.65 boyu, yuvarlak kafası, sarı seyrek saçları ve mavi gözüyle "Casper" lakabını almış kısa dönem arkadaşınız Fatih Atabaş tarafından, parmağında künyesini sallamak suretiyle söylenir. Her defasında istemsiz gülünür. O da "mouhuauhah" diye yanıtlar. "Bana bi kaave ısmarlasana" diye devam eden Fatih'e "fika" gösterilir. "S.ktir git kendin al it" diye küfredilir. Evet askerde hiç edilmediği kadar küfür edilir. Küfür adeta selam gibidir.

"Poşet": Uzun dönemlerin haklı olarak "Sizin yaptığınız da askerlik mi yeğea?" tepkisine paralel olarak kısa dönemlere verdikleri isim. Aralarında "poşet" diye konuşurlar. Ancak çoğu saygılı, efendi adamlardır. Peşimizde "abi abi" diye dolandılar birçoğu. Kulakları çınlasın hepsi pırlanta gibi çocuklar. İşin ilginç yanı bir uzun dönemin size "poşet" demesi sizin canınızı çok sıkabilir. Savaş baltalarını çıkarmaya hazır duruma gelirsiniz. Ancak kendi aranızda birbirinize "poşet" demeniz adeta günlük rutindir. "Nigger" ın beyazlar ve siyahlar arasındaki kullanımı gibidir yani. Güvenlik Bölüğü yazıcılarından Besim'in bana çeşit yaparak "poşi" dediği vakidir. Hatta aramızda "Mhf. Poş. Kd. Er Besim Özsabun", "Hiz. Poş Kd. Er Kethüda Çelebi" diye şakalaştığımız da olmuştur. Askerliğin nasıl sıkıcı olduğunu, yapılan şakalara bakarak bir kere daha deneyimleyebilirsiniz.

"Şafak Coni Moni": Terhis gününe sadece birkaç gün kaldığında "Şafak kaç?" sorusuna verilen yanıttır. "Bişey kalmadı olm beaa" anlamına gelir.

"Adam mı Öldürdün?": Şafağı diğerinden daha çok olan askere, diğeri tarafından söylenen şaka sözü. "La 46 diyosun olm naptın adam mı öldürdün?" Tuzla Deniz Harp Okulu'ndaki yaratık martılara ithafen "Martı mı s.ktin?" diye söylendiği de duyulmuştur.

"G.tün Başın Oynamasın!": Hareketlerinde ve tavırlarında absürtlük olan askere söylenen söz. Genelde astsubaylarca telaffuz edilir.

"Zoruna gitmesin": Şafağı az olan askerin, çok olan askere şafağını belirtmesini takiben söylediği söz. Dağıtıma gitmeyip hepi topu size 7 gün takan arkadaşlarınız tarafından sık sık duyabilirsiniz. İtler.

"Sürtmek": Askerden komutana kadar herkes tarafından kullanılan, bilinen bir terim. Yapılan bir hata sonucu verilen bir cezaya ya da ağır çalışma koşullarının gelmesi durumuna denir. "Beyler son olayları biliyorsunuz. Yakında sürtüş başlayacaktır. Hepimize şimdiden kolay gelsin." gibi. Ya da "Güvenlikte yine sürtüş mü varmış la?" gibi. "Sürterim oğlum sizi ekiekieki" gibi...

Sağlıcakla kalın.