18 Mart 2018 Pazar

Gerçeği geçmişte aramak mı? Efsaneleri Tarihe yamamak mı?

Bizler, kendi tarihimizi ele alırken, gerçekleri efsanevi bir dille anlatmak yerine, efsaneleri gerçekmiş gibi anlatma yanlışına düşüyoruz. Bu nüans, geçmişimizle olan gerçeklik bağımızı kopardığı gibi, tarihimize de ihanet etmek anlamına geliyor, ancak bu önemli hususu ıskalıyoruz.

Olmayan şeyleri olmuş gibi anlatmak, gerçekleri birbirine karıştırıp yeni bir efsane yaratmak yanlış bir yoldur. Eğer milli hisler uyandırılmak, geçmişle bağımız sağlam tutulmak isteniyorsa, yapılması gereken şey gerçeklerin efsanevi bir dille anlatılması olabilir. Ancak gelgelelim ki olmayan şeylerin, yani "efsanelerin" bizlere gerçek bir tarih gibi anlatılması faciadır. Hem bizi realiteden koparır, hem de toplumsal belleğimizi karmakarışık bir hale sokup, bu noktadan hareketle tarihi ve efsaneleri politik amaçları için kullanmak isteyenlere malzeme verir.

Bu bağlamda gündemi iyi okumak gerektir. Çünkü tüm bunlar yarı bilgisizlik ya da cehaletten kaynaklanıyor gibi görünse de, esasen planlı bir propagandanın altyapısını oluşturmaya hizmet ediyor olabilir.

Bu perspektiften baktığımızda Çanakkale Savaşları önemli bir örnektir.

Bu savaşta verdiğimiz şehit sayısının 250.000, karşı tarafın verdiği ölümlerinin de 252.000 olduğu söylenir. Ancak bu doğru değildir. "Kayıpların" tamamı ölüm olarak anlaşıldığından bu problemle karşılaşıyoruz. Her iki tarafın da büyük kayıplar verdiği doğrudur. Ancak Genelkurmay'ın verileri "57.263" şehidi işaret ediyor. Uluslararası kaynaklar da genel olarak Edward J. Erickson'un "Ordered to Die: A History of the Ottoman Army in the First World War" kitabına referans göstererek Türk tarafının şehit sayısını "56.643" olarak gösteriyorlar. Esasen bir savaştaki "zayiat" yalnızca ölümlerden oluşmuyor. Ölümlere ek olarak, hastalık, yaralanma ve uzuv kopma, sakatlık, kayıp v.b. gibi sebeplerden dolayı "savaş dışı" kalanların sayısı Türk tarafında 290.000, Müttefik Kuvvetler tarafında ise yaklaşık 302.000 kişi. Bu da abartılı "ölüm" rakamlarının neyle karıştırıldığına dair bir ipucu verebilir.

Aslında ıskaladığımız bir diğer nokta da savaşlarda ölen insanların, 20. yy'ın ilk yarısının sonuna kadar çoğunlukla aldıkları yaralardan değil, hastalıklar sebebiyle oluşudur. Özellikle 1. Dünya Savaşı buna güzel bir örnektir. Çanakkale Savaşlarında her iki taraftan da hastalık nedeniyle savaş dışı kalıp cepheden geri çekilen askerlerin sayısı 180.000'i geçmektedir. Bunların ne kadarının daha sonra kaldıkları hastanelerde ya da sahra çadırlarında yaşamlarını kaybettiği bilinmemektedir. Bunların haricinde her iki taraftan salgın hastalık sonucu ölenlerin sayısı 25.000 civarında olup bunun da çoğu Türk tarafındandır.

İnternette "Çanakkale Yemek Listesi" olarak dolanan ve askerlerimizin kimi öğünlerde hiç yemedikleri kimi öğünlerde sadece yarım istihkak yedikleri söylenmekte ve yazılmaktadır. Bu listenin aslı öncelikle "1917" yılına ait bir şekilde dolaşıma sokulmuştu. Hatta askerlik yaptığım birliğin yemekhanesinde bile 1917 tarihi ile birlikte dev bir görseli vardı. Ancak son zamanlarda 1915 yılı halinde güncelenip görsellerinin her yerde paylaşıldığını görüyorum. 1917 senesi, Çanakkale Savaşlarından 2 sene sonrasını işaret etmektedir. 

1915 yılında Çanakkale Cephesindeki ordumuz gayet düzenli ve iyi beslenmektedir. Hiçbir şekilde hiçbir yemek veya öğün sorunuyla karşılaşmamışlardır. İkmal başarılı ve gıda boldur. Söz konusu listenin başka bir cepheye, muhtemel bir muhasara ya da ikmal yollarının zorluğu sebebiyle sıkıntı çekilen bir yere ait olması fikri akla daha yatkındır. 1917 denildiğine göre yıl ve coğrafya bileşkesi olarak Irak cephesinde bunun görülmüş olabileceği ihtimal dahilinde olup, söz konusu bilginin gerçekliği dahi şüphelidir. 

Bu kadar uzun laftan sonra, daha sayısız örnek verebiliriz. Şu an sosyal medyanın Gündemi haliyle Çanakkale.Bu yüzden şimdilik bununla yetinelim. Gerçek yaralarımızı ve zaferlerimizi, safsata ve ajitasyonlarla kirletiyoruz. Bu sebeple sanıyorum başa dönmekte fayda var. Efsanelerle gerçekleri karıştırmamalıyız. Bize gerçek olmayan efsaneler hiç mi hiç lazım değil.

Safsatalarla kirletilmeye gerek duyulmaması gereken tarihimizi belki de en çok onu öveceğim diye sahteleştiren hurafelerden korumalıyız. Bu çizgiyi koymayı başarırsak, gerçek bir şuur oluşturabiliriz. Yoksa heyulalar denizinde boğulur dururuz sürekli.