24 Ekim 2009 Cumartesi

"Dünyayı 5 Dakikalığına Susturan Çocuk"

Yıl: 1992. Yer: Birleşmiş Milletler Dünya Zirvesi, Rio de Janerio.
...
“Merhabalar, ben Severn Suzuki, Çevresel Çocuk Organizasyonu (ECO) adına konuşuyorum.
Biz Kanada’dan 12 ve 13 yaş gurubunda olan çocuklarız ve bir fark yaratmaya çalışıyoruz; Vanessa Suttie, Morgan Geisler, Michelle Quig ve ben. Buraya gelmek için gerekli parayı kendimiz topladık ve beş bin millik yolu, siz yetişkinlere, yöntemlerinizi değiştirmeniz gerektiğini söylemek için geldik.

Burada hiçbir gizli amacım olmadan geldim. Ben geleceğim için mücadele ediyorum.
Benim geleceğimi kaybetmem, bir seçimi kaybetmek gibi bir şey değil. Ya da stok piyasasında birkaç puan kaybetmek değil. Ben burada bütün gelecek nesiller için konuşuyorum.
Ben, dünyanın her tarafında çığlıkları duyulmayan ve açlıktan ölmek üzere olan çocuklar için konuşuyorum. Ben, dünyanın üzerinde gidecek başka yerleri kalmadığı için ölmekte olan sayısız hayvan adına konuşuyorum.

Ben, şimdi gün ışığına çıkmaya korkuyorum, çünkü ozonda delikler var. Havayı ciğerlerime çekerken korkuyorum çünkü içinde hangi kimyasallar var bilmiyorum. Eskiden Vancouver’da babamla balığa giderdik. Birkaç yıl önce her tarafı kanserli bir balık bulduk. Ve şimdi gezegenimizdeki hayvanların teker teker soylarının tükendiğini öğreniyoruz. Sonsuza kadar yok oluyorlar…

Hayat sürem içinde, sürüler halinde dolaşan vahşi hayvanları görebilmeyi düşlüyorum. Yabani kuşları ve kelebeklerle dolu yağmur ormanlarını… Fakat şimdi merak ediyorum bunlar benim çocuklarımın görebileceği zamana kadar bile dayanabilecekler mi?

Benim yaşlarımdayken böyle küçük şeyler için endişelenmek zorunda kaldınız mı? Bütün bunlar şimdi gözlerimizin önünde oluyor ve bizler, sanki elimizde sınırsız çözüm olanağı ve sınırsız zaman varmış gibi davranıyoruz. Ben sadece bir çocuğum ve bütün çözümlere tabii ki sahip değilim. Fakat farkına varmanızı istiyorum ki bütün çözümlere siz de sahip değilsiniz:

· Ozon katmanındaki deliği nasıl onaracağınızı bilmiyorsunuz.
· Su akımı öldüğünde Somon balığını nasıl geri getireceğinizi bilmiyorsunuz.
· Şimdi soyu tükenmiş olan hayvanları nasıl geri getireceğinizi bilmiyorsunuz.
· Şimdi yerlerinde koca çöllerin olduğu ormanları nasıl geri getireceğinizi bilmiyorsunuz.

Madem nasıl onaracağınızı bilmiyorsunuz, o halde lütfen bozmaktan vazgeçin!

Burada hükümetlerinizin temsilcileri olabilirsiniz, iş adamları, organizasyoncular, gazeteciler ya da politikacılar; fakat gerçekte siz annelersiniz ve babalarsınız, teyzelersiniz, amcalarsınız ve hepiniz birilerinin çocuklarısınız. Ben hala bir çocuğum ama biliyorum ki hepimiz ailenin bir parçasıyız, 5 milyar gücünde daha geniş bakacak olursak 30 milyon tür gücünde ve hepimiz aynı havayı paylaşıyoruz, aynı suyu ve toprakları. Sınırlar ve hükümetler bunu asla değiştiremez.
Ben hala bir çocuğum ama burada aynı şeyin içinde olduğumuzu biliyorum ve tek bir dünya gibi tek bir amaca doğru ilerlememiz gerekir.

Kızgın olsam da kör değilim, korku içinde olsam da dünyaya nasıl hissettiğimi söylemekten korkmuyorum. Benim ülkemde çok fazla israf var. Satın alıyoruz ve atıyoruz, satın al ve at gitsin ve kuzey ülkeleri henüz yoksul olanlarla paylaşmıyor. İhtiyacımızdan fazlasına sahip olmamıza rağmen, zenginliğimizin bir miktarını kaybetmekten korkuyoruz.
Paylaşmaktan korkuyoruz…

Kanada’da ayrıcalıklı bir yaşam sürüyoruz. Çokca yiyeceğimiz, suyumuz ve barınağımız var. Saatlerimiz, bisikletlerimiz, bilgisayarlarımız ve televizyonlarımız var. Bu listeyi bitirmek iki gün alabilir. İki gün önce burada Brezilya’da, sokakta yaşayan çocuklarla birlikte vakit geçirdik ve gerçekten şok olduk. Bu çocuklardan bir tanesi şöyle dedi: “Keşke zengin olsaydım. Eğer zengin olsaydım, bu sokaklarda yaşayan bütün çocuklara yiyecek, elbise, ilaç, sığınacak bir çatı, sevgi ve şefkat verebilirdim.”

Sokakta yaşayan ve hiçbir şeyi olmayan benim yaşımdaki bir çocuk paylaşmaya bu denli gönüllüyse, neden biz her şeye sahip olanlar hala bu kadar açgözlüyüz?

Benimle aynı yaşta olan bu çocukları düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum, nerede doğmuş olduğunuz nasıl da büyük farklar yaratıyor. Ben de onlardan birisi olabilirdim, Rio’nun Favellas bölgesinde yaşayanlardan. Ya da Somali’de açlıktan ölmek üzere olanlardan birisi olabilirdim. Ortadoğu’da savaş kurbanı olanlardan birisi veya Hindistan’da bir dilenci…
Ben henüz sadece bir çocuğum, ama savaşlar için harcanan onca para yoksulluğun ve çevresel çözümlerin bulunmasında kullanılsa, dünyanın nasıl harika bir yer olabileceğini biliyorum.
Okullarda, hatta anaokullarında bile bize nasıl davranacağımızı öğretiyorsunuz:
· diğerleriyle kavga etmeyin,
· çalışkan olun,
· diğerlerine karşı saygılı olun,
· dağıttığınızı toplayın,
· diğer canlılara zarar vermeyin,
· paylaşın, açgözlü olmayın.

Peki madem öyle, bize yapmamamızı söylediğiniz şeyleri neden sizler yapıyorsunuz?
Bu toplantıya katılan sizler sakın unutmayın bunu kimler için yaptığınızı, bizler sizin kendi çocuklarınızız. Nasıl bir dünyada yetişeceğimize sizler karar veriyorsunuz. Ebeveynler çocuklarını rahatlatabilmek için “Her şey güzel olacak” diyebilmeli ve “Elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz” ve bir de “bu dünyanın sonu değil”… Ama artık bunları söyleyebileceğinizi sanmıyorum. Sizin öncelikler listenizde bile yer alabiliyor muyuz?

Babam her zaman “Sen yaptığın şeysin, söylediğin değil” der ve sizin yaptıklarınız geceleri beni ağlatıyor.

Siz yetişkinler bizleri sevdiğinizi söylüyorsunuz. Size meydan okuyorum, lütfen yaptıklarınız sözlerinizi yansıtsın…

Teşekkürler.”


18 Ekim 2009 Pazar

Gördüğüne İnanma (Ulus Baker'in anısına)


"Geçmişin hayaletleri arasında değiliz. Ölmemişse Ulus yaşıyorsa aramızda, dilimizde, en önemlisi kalbimizin en titrek ama en kuvvetli odacığında, O'ndan her dem bahsetmek gerekir. Ayaklarında ayakkabısı olmayan bir çocuk sokakta geziyor gecenin bir yarısı. Kalbin ince bir sızı içinde kalmış. Naif ve Kırılganlaşıyorsun gayri ihtiyari. Zamanın gelmişse gözlerin doluyor. Ve düşünüyorsun o çocuğun neden bu hale geldiğini, nasıl bu hale geldi dünyamız. Düşünüyorsun bir yandan hani. Elini uzatasın geliyor yardım için...

Peki sonra şimdinin hayaletleri geliyor başucuna. Anası nerde diyorsun, babası yok mu bunun. Tinerci kesin. Tehlikeli aslında gece yarısı sokakta dolaşması. Polisi arayayım mahallede bi şeyler çalar bu.... Uzar gider gördüğüne inandığın için. Kalbinin sesini dinlemediğin için gördüklerine gösterilerilenlere ram olduğun için kalbinin o sızısı sana ayıp gelir. Arabesk gelir. Absürd gelir.

O kalp sızısı aslında kurtaracakken bir sürü şeyi sen sertleştirmek istiyorsun. O sızı aslında en sağlam metalken dağıtmak için bu zülmü - bu çarkı sen silkinip ipek bir zırha bürünüyorsun kuvvetli olmak için. Gördüğüne inandın: o çocuklar tehlikeli."

anaresk, 25.09.2009 03:16
sozluk.sourtimes.org

12 Ekim 2009 Pazartesi

Seyyah Kethûda Çelebi'nin Mâ'cerâları "Episode-2"


29 Eylül 1790, Sabah, St Martha Kayalıkları.


Dün sabah müthiş bi sevinç yaşadık cümbür cemaat. Meğer biz hakikaten de Bahamalar yolundaymışız. Amerika'ya varacağımızı eninde sonunda biliyordum, ama daha güneyde muhtemelen Barbados civarında karaya çıkacağımızı düşünüyorduk Cevahir'le. Dün sabah o dört çatallı çamı görüp, yanındaki şelaleyi farkedince Bahamalar'a vardığımızı anladım. Şaka gibiydi. Hemen Cevahir'le Nicholası çağırdım bağırıp. Tayfalar'a "Geldik olum Allahıma geldik!" diye nağralar atıyordum. Herkes sevinçten birbirine sarıldı. Nicholas da kaybolduğumuzu biliyor, ama bize çaktırmıyormuş meğerse. "Kaptan" dedi. Vallaha iki haftaya daha düze çıkamasaydık, senin götü dişlemeye yemin etmiştim dedi. Ben de "ulan seni keraneci" diye gülerek vurdum ensesine.


Şu an St.Martha kayalıklarındayız. Bölgedeki yerliler bizi görünce telaşa kapıldılar. Ama hala yaşadığını umduğum kabile reisleriyle geçmişten kalma bi hukukumuz olduğundan çok tasa etmedim. Üç-beş kopil geldi yanımıza, yamyamcamı konuşturdum, gidin çağırın reisinizi ibneler diye bağırdım. Cevahir'le Nicholas yerli dilini nerden ögrendiğimi sordular. Ben de "daha evvel bunlarla beş yıl yaşamışlığım var" diye yanıtladım. Halbuki sekiz yıl önce daha çok genç bi denizciyken aynı yerde esir düşmüş, üç ay boyunca bi kafeste göt oğlanı gibi sağa sola gezdirilirken öğrenmiştim üç beş kelam. Daha sonra araya diplomatlar falan girmiş, beni salıvermişlerdi. Reisleri taşşaklı adamdı, ama alkolü alınca yavşağın teki oluyordu ihtiyar. Hastasıydı romun-şarabın. Selanik'ten getirdiğim iki kasa meyve şarabı vardı. Gelir gelmez şarap sordu bana zaten hayvan herif. Ulan dedim Honulu, senin yatacak yerin yok pis herif. Benim hafif sinirlendiğimi görünce hemen yavşadı. "Ah devrem nerelerdesin sen ya, gel hele otur bişeyler yedirek size" dedi. Şarapları koydurttum önüne. Gözleri fırladı yerinden godoş herifin. Sonra tayfalar, ben, Nico, Cevahir hep beraber oturduk sofraya...


Akşama doğru bunlar başladılar şarapları götürmeye. Biz de Cevoyla gemiye geri döndük. Tamir edilmesi gereken bazı şeyler vardı. Reisin verdiği ananasla avakadoları depoya taşıdık. Tayfaların bi kısmı da dinlenmek için izin isteyip gemide kaldılar. Biz de geri dönüp şenliğe katılalım dedik. Ulan bir baktık bizim Nicholas ateşin etrafında dans eden manitaların arasına kaynamış, kur yapıyo. Vay dedim köftehora bak. Cevo da manitaları görünce aklı gitti. Bir yıldan fazla zamandır denizlerdeyiz. Elimize hatun eli değmedi. Tayfalar dahil hepimiz çok fena durumdayız. Yol boyu güvertede götçülük başlıycak diye ödüm koptuydu. Allahtan kimse kimseye sulanmadı da bi kaza bela çıkmadı. Umuyorum burdan manita kaldırırlar, yoksa korkarım beni s.kecek kitapsızlar. Reisin yanına gidip konuştum, Topu topu yirmi kişiyiz dedim. Tayfalara bi güzellik yaparsın dedim. Birden sesini yükseltip "pezevenk miyim lan ben" diye çıkıştı. Elini omzuna attım. Bak dedim Honulu, biz eski dostuz. Bu tayfalar bir yıldır denizlerde. Burda sevişmezlerse, yeminliler seni s.kicekler dedim. Daha az önce duydum, kendi aralarında "reisin bıngıldaklar da kütür kütürmüş" diye konuşuyolardı. Durum vahim devrem dedim. Reis ben öyle anlatınca epey gözü korktu. İki tane herif çağırdı, bunlara emirler yağdırdı yolladı. Sabah olurken bizim tayfalar manitaları takmışlar kollarına hindistan cevüzü ağacı gölgesi arıyolardı. Kriz çözüldüğü için mutluydum. Cevoyla Nico ya da destur verdim gitti ibneler eheh.


Buraya daha evvel geldiğimde esir düştüğüm zaman beni koruyup kollamış bi Maigu ustam vardı. Yanına uğrayıp elini öptüm. Yamyam mamyam ama çok kalender adamdır Maigu usta. Bana en son yaptığı arbeleti gösterdi. Bi s.ke benzediği yoktu ama, yaşlı adamdır morali bozulmasın diye "usta on numara olmuş piyüüüü vay vay vay..." diye numara çektim. Yanına bi şişe rakı bıraktım, helallik aldım. Herhalde bikaç gün daha burdayız. Tayfalar iyice dinlensinler. Ben de reisi yolayım biraz Nassau'ya gitmeden. Epey tropik meyvemiz var aslında. Ama yine de gelmişken iyi yolmak lazım keraneciyi. Pinti herifin tekidir çünkü, çıkarı yoksa hayatta yanaşmaz. Pirinç de var ibnenin ambarlarında biliyorum. Biraz da pirinç alırsak depoyu doldurucaz inşallah. Vakit buldukça yazıyorum. Yerli manitalardan biri su ısıttıydı, bi duş almaya gidiyim, gohuyorum artık pislikten. Yazarım yine canım benim.

6 Ekim 2009 Salı

Seyyah Kethûda Çelebi'nin Mâ'cerâları "Episode-1"


- Kaptan ne yöne gidiyoruz? Allahını kitabını seviyosan bişey de ya!
- Kaptan kaptan! Yeter lan. Nereye gidiyomuşuz. Kaptan da navigasyon aleti zaten mına koyim.
Ne biliyim olum ben.

18 Eylül 1790, Öğlen saatleri, Atlantik'te bi yerler.

Gemiyle Selanik'ten ayrılalı tam 13 ay oldu. Ve biz Lizbon'u geçtiğimizden beri yönümüzü kayıp etmiş, bir oraya bir buraya savruluyoruz. Aylar boyudur yol alan sefil denizcileriz. Konstantiniyye'den getirttiğim Macar yapımı pusulayı martılar denize düşürdü. O Nicholas ibnesine dedim. Şu agzına sıçtımının pusulasını balıklarla aynı yere koymayın dedim. Hayvaonğlu hayvan martılar balık çalıcam derken denize düşürdüler pusulayı. Gitti caanım alet. Elimizde eski bir harita. Dolanıp duruyoruz mına koyim. Bi seyir katibim Cevahir biliyo kaybolduğumuzu. Tayfalar bi bilse var ya, ağzımıza sıçarlar ağzımıza. Her gördüğümüz kayacığa, her ada parçasına bi isim takıyorum. Aha diyorum burası Melany koyu, aha berisi Lincoln Town. Adamları daha ne kadar kekliycem bilemiyorum. Garipler Lizbon'dan beri Bahamalar yolunda olduğumuzu sanıyorlar. Bir iki tanesi bizim Cevahirle konuşmalarımızı duymuş. Geçen kamarama geldiler. "Kaptan biz şu an Bahamalara gidiyoruz di mi?" gibisinden mırın kırın ettiler. Hemen bağırıp çağırdım. Ulan dedim, sizin gotünüzde don yoktu sizi buraya tayfa yaptım. Alayınızı ben besliyorum diye söylendim. Bakın yarın bi gün ölücem, bu gemi size kalacak. Bu çarkı siz çeviriceksiniz dedim. Arkamı döndüm, gözlerimden yaş geliyomuş gibi elimle hayali yaşlarımı silme numarası yaptım. Kaptan ver elini öpiyim diye atladı biri, çık git burdan Bors diye çıkıştım. Ben sizin geleceğinizi düşünüyorum oğlum dedim. Yolladım bunları.

Fırtınalardan yırttıkça Nicholas'la beraber yön belirlemeye çalışıyoruz. rotayı batı yönünde tutuyoruz. Ama birkaç fırtınadan sonra günlerce şuursuz yol aldığımızdan, Nerelerdeyiz bilmiyoruz. Tahminim Güney Amerika sahillerine ulaşıcaz rabbim izin verir de yaşarsak.

Gemide şimdilik erzak bol. Altı gündür fırtına da yok. Kuvvetli keşişlemeyi aldık arkamıza, şişirdik yelkenleri gidiyoruz anasını satıyım. Allah büyük ya varırız bi yerlere yine. En son iki hafta önce bi adaya denk geldik. Girdik muzdu, yabani ottu. Ne varsa topladık koyduk sandıklara. Tayfa tayfa değil karınca sürüsü şerefsiz herifler. Ulan hepi topu yirmi kişi bi taburluk yemek yiyo ibneler ya. Hele bi Martiguez var, koduum şişkosu. Ulan sabah kahvaltısında alayımız peksimete takılırken, bi baktım herif arkada muz sandıklarını boşaltıyo. Ensesine bi Osmanlı tokadı yerleştirdim lavuğun, iki seksen uzandı yere. Ulan dedim bu kadar adam eşek başı mı da peksimet yiyo. Ya işte kaptan da, üç gündür boğazımdan yemek girmedi de, Farenjitim de bilmem ne. Allahım yarabbim yaresulullah ya. Biz 13 aydır denizde fırtınalarla, adalarda yerli denen ibne evlatlarıyla boğuşuyoruz. Bu adam bana farenjitim diyo. Çok kızdım günlük çok. Hiç sorma. Verdim sopayı, yolladım aşağı.

Şimdilik deniz sakin, tayfaların karnı doydu uyukluyolar. Ben de Cevahir'le pişpirik atıyorum. Haritayı önümüze alıp ülke fethetmece falan oynuyoruz. Yine yazarım Allah izin verirse. Öpüyorum canım benim.