7 Kasım 2009 Cumartesi

Ahlat


Ah ahlat.


Gayrı sen "âh"ların ağacısın. Yalnızsın çünkü. Evvela erken büyür, geç olgunlaşırsın. Kasımdadır güzelliğin. Yalnızlığın yoldaşı, üç beş göçer kuştan gayrı yoktur dostun. Dedik ya âhlar ağacısın diye. Öyle bir hüzün vardır üstünde, bilirim. Bozkır rüzgarlarında, makilerin ortasında bazen. Kuş uçmaz, kervan geçmez dediklerinde... Sen ki, ancak anlayanların ulaştığısın. Ne armuda benzersin, ne elmanın tadına. Kuşlara verirsin selamını, meşeyle ardıca ulaştırsın diye. Kasımdadır hasadın. O da göçer kuşlar gelir de, senle bayram ederse elbet. Yoksa döker döker açarsın, mahzun mahzun. Diyecek yok. Sonsuza değin, naçarsın.

Bir yakada veya öbüründe değil de, koca bir çayırın ortasındasın. Ve hep ama hep, gelip geçenin şöyle bir göz ucuyla baktığısın. Her seferinde, armud olmadığını anlayıp yüzlerini buruşturdukları. Gülersin ya hüzünle, acıya gülersin ya hani. Ah ahlatım, bilirim. Bilmez miyim kabuklarının dökülüşünü, çiçeklenişini bir taraftan inatla. Bilmez miyim... Gözümün önünden gider mi sanırsın?

Bahar geldiğinde yine gözümün önünde, yine benliğimi gördüğüm o çiçekli dallarında selamını alırım. Kasımda yakandayım, döktüklerini toplarım. Vefalı da değilim ahlatım, bilirsin bir geliriim, bir gelmez olurum. Ama görürüm ya, çektiğini bilirim ya. Döküp döküp açtığını anlatırım ya hep. Güzelleş yine haydi, bak kasım da geldi...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder