27 Kasım 2012 Salı

Hal Beyleyken


Mate çayı için, içirin. Çok güzel.

Seksin düşüncesi, icrasından daha güzel oluyorsa iki ihtimal vardır. Ya gerçekten de düşünce icradan daha kuvvetlidir. Ya da kendinizi sorgulamaya başlasanız iyi olur.

Arkadaşlar bakın bir şeyi açıklığa kavuşturalım. Bir mesele "Resmi Tarih" denilerek yok görülemez. "Resmi Tarih" demek her zaman için eşittir çarpıtılmış tarih demek "değildir." Bazen inanmayacaksınız ama "Resmi Tarih" de "doğru" söyleyebilir. Yani tarihin resmisi gayrı resmisi yoktur. Sağlıklısı ve Gerçeğin peşinde olanıyla, Sakatı ve çarpıtılmışı vardır. 

Çocukken dünya haritasını açar ülkelerin yerlerini tespit ederdim. Avrupa kentlerinin başkentlerini ezberler, dünyanın ve evrenin yapısıyla ilgili ansiklopedi maddelerini okurdum. O zamanlar bilgisayarlar evlerde yaygın değildi. Hatta çok azdı. Ama Temel Britannica vardı, Meydan Larousse vardı. Ve insanlar merak ederken efor sarfediyordu. Şimdi inanın çocukluğumdaki kadar heyecanlı değilim. Kalkıp da Burkina Faso'nun başkentini merak etmiyorum. Neler değişti dersiniz? (Tamam lan Ouagadougou. Ama Vagadugu diye telaffuz ediliyor.)

Bir yerde ne kadar çok "demokrasi" lafı ediliyorsa, o yer o kadar mahrumdur ondan. Hele hele "ileri demokrasi" gibi "onbin milyon baloncuk" ayarlı bir kavram sakız olduysa ağızlarda, kaçın oradan. Uzaklaşın.

Hiç kimse "bütün toplumu kucaklayamaz." Hiçbir siyasi parti "herkesin partisi" olamaz. Bırakın bu boş lafları. Herkese hoş görüneceğiz diye karaktersizleşmeyin. "Herkesin partisiyiz" demek, güzel bir şey demek değil. Bir şeyin partisi ol, en azından ne olduğunu bilelim.

Mesele askeri darbelere karşı olmak değildir. Mesele demokrasiden ve adil hukuktan yana taraf olmaktır. Çünkü biz çok iyi biliyoruz ki, diktatörlük üniformayla da üniformasız da diktatörlüktür. Yargıyı, eğitim teşkilatını, iç güvenlik teşkilatını bu diktanın "askeri" gibi kullandığınızda maalesef "demokratik" olmuyorsunuz. Vesayet askeri ya da sivil olmuş farketmez. Götlük götlüktür.

Amına koydular yepisyeni dünyanın.

1 yorum:

  1. Bir yerde ne kadar çok demokrasi varsa ile başlayan paragraf birden aklıma Saatleri Ayarlama Enstitüsü'ndeki şu pasajı getirdi, aradım buldum.Yazayım dedim:
    Fakir düşmüş bir ailede doğdum. Buna rağmen çocukluğum epeyce mesut geçti. Fakirlik, içimizde ve etrafımızda ahenk bulunmak şartıyla –ve şüphesiz muayyen bir derecesinde– zannedildiği kadar korkunç ve tahammülsüz bir şey değildir. Onun da kendine göre imtiyazları vardır. Benim çocukluğumun bellibaşlı imtiyazı hürriyetti.

    Bu kelimeyi bugün sadece siyasi manâsında kullanıyoruz. Ne yazık! Onu politikaya mahsus bir şey addedenler korkarım ki, hiçbir zaman manâsını anlamayacaklardır. Politikadaki hürriyet, bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı veya ardına kadar açık duran kapısıdır. Meğer ki dünyanın en kıt nimeti olsun; ve tek insan onunla şöyle iyice karnını doyurmak istedi mi etrafındakiler mutlak surette aç kalsınlar. Ben bu kadar kendi zıddı ile beraber gelen ve zıtlarının altında kaybolan nesne görmedim. Kısa ömrümde yedi sekiz defa memleketimize geldiğini işittim. Evet, bir kere bile kimse bana gittiğini söylemediği halde, yedi sekiz defa geldi; ve o geldi diye biz sevincimizden, davul, zurna, sokaklara fırladık.

    Nereden gelir? Nasıl birdenbire gider? Veren mi tekrar elimizden alır? Yoksa biz mi birdenbire bıkar, "Buyurunuz efendim, bendeniz, artık hevesimi aldım. Sizin olsun, belki bir işinize yarar!" diye hediye mi ederiz? Yoksa masallarda, duvar diplerinde birdenbire parlayan, fakat yanına yaklaşıp avuçlayınca gene birdenbire kömür veya toprak yığını haline giren o büyülü hazinelere mi benzer? Bir türlü anlayamadım.

    Nihayet şu kanaate vardım ki, ona hiç kimsenin ihtiyacı yoktur. Hürriyet aşkı, –haydi Halit Ayarcı'nın sevdiği kelime ile söyleyeyim, nasıl olsa beni artık ayıplayamaz, kendine ait bir lügati kullandığım için benimle alay edemez!– bir nevi snobizmden başka bir şey değildir. Hakikaten muhtaç olsaydık, hakikaten sevseydik, o sık sık gelişlerinden birinde adamakıllı yakalar, bir daha gözümüzün önünden, dizimizin dibinden ayırmazdık. Ne gezer? Daha geldiğinin ertesi günü ortada yoktur. Ve işin garibi biz de yokluğuna pek çabuk alışıyoruz. Kıraat kitaplarında birkaç manzume, resmî nutuklarda adının anılması kâfi geliyor

    YanıtlaSil