18 Haziran 2015 Perşembe

Nasıl yaşamalı?

Aslında bu yazıyı şu an yazacağımı bilmiyordum. Hala taslak halinde duran ve henüz tamamlanmamış iki yazım daha var. Ancak hayatımda yaşadığım bazı gelişmeler artık bu yazının yazılıp diğerlerinden önce yayınlanmsını öncelikli kıldı diyebilirim.

Ben yalnız bir insanım. Daha doğrusu son zamanlara kadar yalnız bir insandım. Burada yalnızlık kavramını "ailesiyle yaşamayan", "sevgilisi olmayan", "kimsesiz" gibi ilk akla gelecek karşılıklarla kullanmıyorum. Buradaki yalnızlık, belki popüler kültürün yakın zamanda hayatımıza dahl ettiği "ıssız" kelimesiyle açıklanabilir. Belki eksik bir karşılık olur ama yanlış da olmaz. 

Açalım mı biraz? Klişe tanımlarla açıklamak gerekirse, rahatıma çok düşkünüm. Huzurum için yakmayacağım gemi yoktur. Dünyanın en güzel kadınını, dünyanın en lezzetli yemeğini, dünyanın en iyi işini, dünyanın en huzurlu anı için saniyesinde satarım. Hatta Yaşar Usta frekansıyla devam etmem gerekirse, "Dönüp arkama bakmam bile!". Bu şu zamana kadar istediğim gibi yaşayıp istediğim gibi bir insan olmam konusunda bana rehber olmuş bir düsturdur. Tersi olsaydı, yani biraz gamlı, biraz dirayetli ve azimli olsaydım eğer, muhtemelen şu an olduğumdan çok daha farklı bir konumda, ünvan, para ve mevkii sahibi bir insan olacaktım. Pişman mıyım? Zaman zaman evet. Ama geriye dönsem öyle mi yapardım? Pek emin olamıyorum.

Yaşam standartlarımı, hayata bakış açımı, insanları yaşamımın etrafında yerleştirdiğim hiyerarşiyi belirleyen temel öğe, işte benim bu rahatlık ve huzur arayışım oldu bu zamana kadar. O mekanizma hiç değişmedi. Ara sıra sapsa da aynı düzende devam etti. Bundan sonra da belli ölçüde devam edecek muhtemelen.

Ama bir gün hayatıma birisi girdi.

Yeni Türkü'nün de söylediği üzere "Hem tanıdık, hem yepyeni" ydi.

O birisinin, üzerinde poyrazların eksik olmadığı saçları var. Büyük ela gözleri, kırmızı yuvarlak yanakları var. Ama bana bu kadını açıklayan tek bir yerini söyle deseniz burnu derim. Burnuna ne zaman baksam o hırçın dalgaları, o inatçı keçiyi, o yaban hayatını görüyorum. Karadeniz'in kayaları aşındıran, tuzu az suyunu görüyorum o asi yüzde.

İnanın, bana onu yeniden tanımaya başlatan o ilk Ağustos günlerinde, hayatıma girip yerleşeceğini, beni değiştirmeye iteceğini, onunla mücadele vereceğimi hiç düşünmemiştim. Hele hele birbirimizi bu kadar güzel seveceğimizi.

Aylar ayları kovaladı, nasıl oldu bilmiyorum ama sinsice ilerleyen bir hastalık gibi bütün vücudum etkisi altına girdi. Sonra o hastalığa bağışıklık kazanmaya başladım. O da bir virüsten çok vücuduma faydalı bir bakteri gibi davranmaya başladı bana. Ancak ölümcüllüğünü her daim hissettirmeye de devam etti. Anlık nöbetler, soğuk soğuk terlemeler ve ardından gelen rahatlama hissi. Evet bizim aşkımız, tıpkı kronik bir hastalığın ani yükseliş ve düşüşlerinin bünyeye verdiği egzotik his gibiydi. Rahatlaması da, rahatsızlığı da hep yüksek seviyede seyretti.

Aramızda o kadar ilginç bağlar var ki. Bazen ikimiz de birbirimizin aklını okuyabiliyor muyuz diye korktuğum çok oluyor. Beynimizin düşünme yapısını, düşüncelerimizin sırasını nasıl olur da ezbere biliyoruz, nasıl olur da birbirimize bu kadar benziyoruz anlayamıyorum. Sürekli mücadele eden egolarımız, içimizde yeşeren duyguların bile neredeyse birebir aynı olması korkunç bir şey. Nereden baksan elle tutulur bir tarafı yok. 

Bana bir işe yardımcı olmaktan ziyade, o işi birlikte yapmanın ne olduğunu bu kız öğretti. Bana balık vermedi. Yaşlı bilgenin söylediği gibi bana balık tutmayı da öğretmedi. Balık tutmamı kendi kendime öğrenmemi bekledi. Çünkü ona göre yapmam gerekiyordu, yapmalıydım. Çoğu zaman isyan ettim. Ama kısa sürdü, söylediği gibi yaptım. Kendi kendime öğrendim. Öğreniyorum.

Bana farklı bir yaşam öğretiyor şimdi. Eskiden, yalnız adamın yabancı olduğu, hatta nefret ettiği bir yaşamı öğretiyor. Tek başına değil, çift başına planlar kurmayı mesela. Hayata iki kişilik bakmayı, 2'yi 1'e eşitlemeyi öğretiyor, mesleğine ihanet edercesine.

Yine de farklı yanlarımız var. Hayata baktığımız yerler farklı, ondan beklentilerimiz farklı. Hassasiyetlerimiz farklı. Benim için kozmosta toz zerresi kadar önem arz etmeyen bir mesele, onun için Samanyolu Galaksi'sinin bizzat kendisi olabiliyor. Ya da tam tersi. Bu korkunç farklar yüzünden nükleer füzyonlar yaratan hayal kırıklıkları yaşıyoruz bazen. Sinir krizi nedir, ben bu kız yüzünden öğrendim desem yalan olmaz. Tıpkı rengi böylesine güzel bir mutluluğu öğrenmemiş, tatmamış, anlamamış olmam gibi.

Bunca dilemma bana bu soruyu sorduruyor haliyle. Nasıl yaşamalı onu?

Bilmediğim bir şeyi spontan içgüdülerimle yaşamaya çalışıyorum biraz. Çünkü tanıdıkça karmaşıklaşan bir problem gibi görüyorum onu. Sorulara yanıt buldukça bilinmeyenler azalmak yerine artıyor. Yeni cevaplar kat be kat başka sorular doğuruyor. Sonsuza uzanan bir problem gibi görünmeye başlıyor gözümde. Nihayetinde de mutluluğu, bulduğum yanıtlarda değil her seferinde bir yerini çözdüğüm bu problemin ta kendisinde aramaya karar veriyorum. Sanırım doğru olan da bu.

Çoğu kimse için anlamsız metaforlar kullandığımın ve alışık olmadığınız üzere dar bir çerçeve üzerine sanat ve estetik yoksunu cümleler kurduğumu farketmiş olanlar için ne söyleyeceğim bilmiyorum. Süslü edebi dilin yürek okşayan dokunuşlarını bu satırlara nakşetmediysem sebebi var. Çünkü o ve ben birbirimizi Leyla ve Mecnun gibi sevmiyoruz. Hiçbir zaman öyle sevmedik. Onunla ben birbirimizi bir gün Zeki'yle Metin gibi, bir gün Aragorn'la Arwen gibi, en çok da Çakıl'la Bambam gibi seviyoruz. Bunu anlatması çok zor. Bu körkütük bir aşktan ziyade, ulaşılması çok güç bir olgun sevgiyi anımsatıyor. Bu bir tutkudan ziyade yeni tür bir huzuru anlatıyor bana. Belki de bir başka huzur kaynağı, hiç tatmadığım bir memba bulduğum için huzurlar diyarında, bu kadar çok sevdim ben bu kadını. Bilmem ki nasıl anlatsam, bilmem ki nasıl yaşasam. Her gün devamını beklediğim dizi gibisin kadın!

Geleceği hep beraber göreceğiz. Birbirimize öğretmeye, birbirimizi değiştirmeye devam edelim olur mu? Bu kadar. Şimdilik.

4 yorum:

  1. Blogunda baya bir dolastikdan sonra, yine sessizce cikip gideyim dedim ama i-ih...birseyler yazmadan edemeyecegim.

    'Hayirdir haci? Kimsin, nesin, nerden bulup ugradin buraya' diyecek olursan eger, "deet! Haci diil bikerem, abla..abla!" derim. (Cünkü annen olacak yastayim. Yok yok..ceketini iliklemene gerek yok. Rahat ol)

    Gece nöbetimde bol vaktim oldugundan, yine nette dolanirken, eksi sözlükten gecti yolum ve tesadüfen "blog" basligi altinda senin blog adresine rastladim, nasil bir blogmus bir de ben göz atayim dedim. Okudukca okuyasim geldi, okudukca cok sevdim yazilarini ve aylardir artik yeni yazi girmedigini gördükce üzüldüm dogrusu.

    Ne güzel yaziyorsun sen cocuk!

    Keske devam etseydin de , ben de okuyup keyiflenseydim (evet bu konuda bencilimdir)

    Ama en gec su yazini okuyunca sebebini tahmin ettim biraz ve bukadar asik olmana ve mutlu olmana cok sevindim.
    Hani Ilhan Berk demis ya ? "Yazmak mutsuzluktur. Mutlu insan yazmaz." Dogruluk payi var midir acaba? (Bence pek yok. Kendimden biliyorum)


    Sonra eksi sözlükteki yazilarini....eeeeö...siz sözlükcüleer nasil diyoor "entry"lerini okudum tek tük. O "Bakire olmayan biriyle evlenmek" konusuna yazmis oldugun "Budur!" dedirten yazinla bir kez daha saygi duydum sana, cok takdir ettim. Benim yillar evvel blogumda yazmis oldugum "Dul bir kadin olmak" yazimda dile getirdigim seylerin, bir kisminin özeti olmus adeta.

    Neyse, daha fazla uzatmadan... kimbilir nezaman okursun burayi bilmiyorum ama, sana mutlulugunun devamini dilemekle beraber, tekrar yazmaya baslarsan haberim olsun diyerek noktaliyorum yazimi.

    Cikarken "Selamlar" yazsam, siz gencler icin cok mu demode kalir acaba?

    Hani yazilarindan birine yorum yapan bir arkadasin sana "Burasi ciddi bir müessese miydi, yoksa ben mi bokunu cikardim?" demis ya hani... ben de sivamis olmayayim da....gghmmfffss.

    YanıtlaSil
  2. Yorumunuz o kadar gönül okşayıcıydı ki, birkaç kez okudum. Hatta sevgilimle birlikte de okuduk. Bize aynı anda zamanda yolculuk da yaptırdınız. Güzel sözleriniz için müteşekkirim.

    İlhan Berk esasen çok da yanlış bir şey söylememiş diyebilirim. Ancak buraya şu aralar çok yazmıyor oluşum başka şeyler (akademik, tez vs..) yazıyor oluşumdan.

    Selamlar bizden! Lütfen kendinize iyi bakın. Sevgiyle.

    YanıtlaSil
  3. Merhaba, berbat haberler okumamak için girdim bloguna. Ne güzel sevmişsin sen öyle.:)) Aşık olduğunu biliyordum, hatta görmeden ben de sevmiştim o güzelliği. Toprağımdan olduğunu duyunca daha çok sevmiştim. Ama yazını okuyunca ruhum ışıdı. Bu pisliğin ortasında sevgiden söz eden gençlerin varlığını görmek iyi geldi. Hep böyle kalın olur mu? Hatta birbirinize kızdığınızda açıp bu yazıyı tekrar okuyun. Hatırlayın... O güzel yanaklarınızdan öpüyorum.:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kıymetli sözleriniz için çok teşekkür ederiz. Muhabbetle efendim.

      Sil