8 Aralık 2014 Pazartesi

"Şşşş toprak olcaz, uyandırayım."

Hayat karmaşık, kompleks bir yapı. Duygular deseniz çok daha beter. Her şey birbirine giriyor. Bazı anlar geliyor ki hiçbir şeyden emin olamıyorum. Bildiğim ve hissettiğim her şeyin yanlış olabileceğini düşünüyorum. Biraz olsun obsesifseniz ve hayat bunun üzerine üzerine oynamaya bayılıyorsa yandınız yani. Bakın obsesiflik öyle bir seviyede ki, hayatın bunu bilerek yaptığını sanıyorsunuz.

İnsanoğlu da çok ilginç bir varlık. Bazen müthiş gürültüleri iki saniyede unutabiliyorken, tek bir "tın" sesini yıllarca anımsayabiliyor. Bu bile onun karmaşıklığını anlatmak için yeterli esasında. Hayatımıza dokunan, yıkıp geçen, darmadağın eden ya da o hayatı yaşanabilir kılan her "ses" bizde bir yer ediniyor. Zaman geçtikçe bu sesler birbirine giriyor. Nihayetinde de ortaya bir melodi ya da baş ağrısı çıkıyor. Hatta çoğu kez bu ikisi birbirine de karışır.

Kimi zaman isteseniz de sizi mutsuz eden şeylerden kaçamazsınız. Hani elin mahkum, tadacaksın o pis duyguyu. Fiziksel olarak kaçamadığınız zamanlarda ruhunuzun başka diyarlara yolculuk yapmasını dilersiniz. Bunun için uğraşırsınız. Ne kadar kaçmaya çalışırsanız o kadar hapsolursunuz. Can çekiştiğinizi hissedersiniz resmen. Bir şeyi görmezden gelmeye çalışmak, aslında onu kendi gözünüze sokmaktan başka bir şey değildir çünkü. Böyle durumlarda hiçbir şey yapmamak, en iyi eylem planı olabilir.

Unutmadan hep bir şeyler için didinip duruyoruz ya. Hep bir sonraki gün, hafta, ay ya da yıl için yaşıyoruz. Bu bizim hayatı ıskalamamızın en büyük sebebi işte. Planlar, programlar, iki gün sonra gidilecek sinemaya ilişkin heves. Ertesi günkü gezi programı. Çıkılacak tatil. Vesaire. Bizi diri tutan hep bunlar. Fakat kaçırdığımız nokta şu ki, hayat bir yolculuğun sonunda varılan güzel bir vaha değil. Hayat o yolculuğun ta kendisi. İşte tam da bu yüzden, bırakın bugünümüzü, şu anımızın her zerresini hissetmeli. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder