23 Eylül 2014 Salı

Gezegenin Kanserli Hücresi


İnsana dinginlik veren eylül gecelerini yaşıyoruz. Hani onca hengameden sonra, "Hop dur bakalım!" deyip, hepimizi şaşkın ördek yavrusu gibi bakıştıran o sükunet çağrısı. Hani koşar adım yürürken girdiğin su çukurunun serinliğini önemseme eşiğin. Hani çarşaf kokusu, yorgan-döşek nezleler. New Mexico'dan çıkıp da milyonlarca can almıştı, Dokuzyüzonsekizde. Üstelik adı İspanyoldu ama kendi Amerikalıydı, nice bedeni yere sermişti, senin şimdi ıhlamurla geçiştirdiğin.

Dokuzyüzonsekizde bitti savaş. İki sene sonra da İspanyol gribi. Batı Cephesinde yeni bir şey vardı artık. Hayır barış değil. Savaşın bitmesi barışın başladığı anlamına gelir mi? En basit bir hesapla bir kazanan bir de kaybeden vardır. Kazanan yeterince kazanamadığını düşünürken, kaybeden de kaybettiklerini yeniden kazanmayı hayal eder. İşte bu çocuk, dünyanın en acımasız kısır döngüsüdür. 1871'de Paris'in göbeğinde Almanya'yı kuranlar, 1918'de Alsace-Lorraine'e gömülür. Versaille Führer'i, Führer İsrail'i doğurur. Ve hepsinden kötüsü, kazanan da kaybeden de senin ölümün, diğerinin öldürmesi, berikinin öldürülmesi ve onun çocuklarının ölmeye zorlanması ile iş görür.

Dünyanın en tehlikeli kımıl zararlısıdır insan. Yepyeni bir tespit olmadığını biliyoruz ama yakınen farkında değiliz hiçbirimiz. İnsanın olduğu yerde ot bitmiyor. 21.yy'da yaşayan insan, öldürmeye programlanmış bir makinayı andırıyor. Dizginleri ellerine aldığı günden beri -ki bu aşağı yukarı Sanayi Devrimi sonrasına tekabül ediyor- yaşadığı dünyanın canına okumaya bütün hızıyla devam ediyor. Düşünsenize son iki yüzyılda, bütün insanlık tarihinde olmadığı kadar canlıyı yok ettik, atmosferi zehirledik, temiz su kaynaklarını bitirdik ve ormanları yakıp yıktık. Çünkü Adem ve Havva'dan beri aç gözlüyüz. Çünkü Kâbil'den beri katiliz. Hepimizin en erken ortak atası olan primattan beri kavga etmeye, çalmaya, gasp etmeye ve bencilliğe meylimiz var bizim.

İnsan, Tanrının ruhundan üfleyip yarattığı, ileri teknolojik deneyimlerle geliştirdiği, fakat çok geçmeden kontrolünden çıkıp küresel bir felakete yol açan bilimsel bir deneyi andırıyor. "Tanrının Krallığı" olarak başlayan bu deney, "İnsanın Tiranlığı"na dönmüş durumda. Günahkar olduğumuzu bildiğimizden, içimizi rahatlatsın da ertesi gün adam öldürüp, kul hakkı yemeye devam edelim diye "Göklerdeki babamız" diye yakarıyoruz tiranlığın ilanından bu yana.

"Gökte olduğu gibi yeryüzünde de senin istediğin olsun." Ama önce izin ver biraz daha insan emeğini sömürelim. İzin ver biraz daha haksız kazanç sağlayalım. "Bize karşı suç işleyenleri bağışladığımız gibi, sen de bizleri bağışla." Çünkü doğayı katletmeye devam edeceğiz ve bunu sadece çükümüzün keyfi için yapacağız. "Adın kutsal kılınsın! Egemenliğin gelsin!" Yalnız müsaade et de, senin şu egemenlik gelene kadar, biz hakça yaşamayı biraz erteleyelim. Kefenin değilse de, cicili bicili marka ceketlerimizin bol miktarda cebi var. Dünyanın ağzına sıçmaya kararlıyız. Ha yoksa "güç ve yücelik sonsuza dek senindir!" Bizse seni temsil ediyoruz. Kendisine Zıllıllahü fi'l âlem diyen hükümdarlarımız oldu bizim. Biz eksik mi kalalım yani? "Amen!"

"Hamd, âlemlerin Rabbi, merhametli olan, merhamet eden ve Din Günü’nün sahibi olan Allah’a mahsustur. (Allahım!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, nimete erdirdiğin kimselerin, gazaba uğramayanların, sapmayanların yoluna eriştir. "

Ne güzel sözler. Kelâmullah güzel de, "Beşer şaşar" diye söz uydurup şaştığına hiç de şaşırmayan beşer bu güzelliğe ne derece layık?

"İnsanca yaşamak" ne büyük karşıtlıklar barındırıyor içerisinde. "İyi de hangi insan?" diye soruyoruz. Tabi ki hiçbir zaman olmadığımız insan. Olabilseydik böyle bir söz olmazdı herhalde.

İnsanca yaşayıp doğanın efendisi değil, bir parçası olduğunu kabul etmek zorundayız. Biz bunu yaptığımız zaman, doğa da bizi kabul edecektir. Zira doğa muhteşem bir kucaktır. Muhteşem bir iyileşme ve iyileştirme gücüne sahiptir. Onu yeterince rahat bırakırsak, o kısa sürede kendisini toparlayabilecek kadar iyi olduğunu hepimize gösterecektir. İnsanın önce kendini kendinden temizlemesi, sonra da doğadan elini çekmesi, yine kendisinin yararına olacak. Yoksa, yok olacak. Kendi kuyruğunu yutan yılanın hazin sonuna dönecek parıltılı hikayesi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder