14 Eylül 2014 Pazar

"Bence Bukowski süper Burç."

                                                                    
Nabıyonuz lan? Eheh

Ulan daha yarım saat önce kafamı toplamış Kani Karaca dinliyordum. Gönül dünyam nasıl güzelleşmiş, "Hak bu kim, can derdmendinin tabibidür lebün / Hokka-i lâlin açıp derde devalar gösterir" tadındayım. Dur şu kafayla bloglayayım, iç dünyamın duygusal dinamiklerini okuyucuya (Kaç para ulan bi okuyucu! Kaç para!!1?!?!!!) nakşedeyim dedim. Geldiğim noktaya bak. "Rock You Like A Hurricane" ne zaman açıldı yemin billah hatırlamıyorum.


"Ayy insanları anlamıyorum Melis! Hepsi öyle sahteler ki..." Ba ba ba ite bak. Melis'e yürüycem diye bütün Adem evladını töhmet altında bırakıyo. Sahteymiş. Sen nesin lan topaç? Melis'e hangi gerçekliği göstermeyi düşünüyosun fikfikten başka? Hatunu ellemeye başlar başlamaz bütün o "geçen gün bienaldeyiz" lafların ziginden başka bi yere gitmeyen kanına karışacak godoş herif. Küskünün keyfine kim bilir kaç muhabbeti meze yaptın. "Yaa Nuri Bilge müthiş bi adam ama..." La zigigit hala burda! İkinci Yeni'nin talihsiz şuarasını facebook iletilerine iliştirenlere değinmek dahi istemiyorum. "Hayat kısa, kuşlar uçuy..." Kuşlar s.ksin hepinizi mına kodum kolpaları.


Yine atarlı ergen saatimdeyim. Ayrıca biliyorum bir kısmınızı hayal kırıklığına uğratırcasına küfrediyorum. Yalnız küfretmeyi meşrulaştırmak için Can Yücel'in olmayan sözlerine atıf yapıp tribünlere oynamayacağım. Bunu da söylemeliyim.  Ama beni dünya beyefendisi, nezih ve tatlı bir insan olarak bilen sevgili dostlarıma seslenmeden edemiycem. Evet, hala öyle bilmeye devam edin lütfen. Zira övünmek gibin olmasın emmeee, haksız olduğunuz kanısında değilim. Ama yine de insanın dolu dolu yaoovvvvvvvvvvvuşşşak demesi kadar güzel bir şey yok. Çünkü küfür bir dilin şeyidir... Neyidir? Neyiydi lan? Neyse bak yine meşrulaştırma çakallıkları...


Bu yazıyı değişik zaman dilimlerinde değişik ruh hallerinde kaleme alıyorum. Yine de müşterek bir Mert varmış gibi davrandığımın farkındayım. Oysa hepsi birbirinden it bu Mertlerin. Bi kere Mert hafiften tiki bi isim. Berk kadar olmasa da insanı kıllandıran bi yanı var. Dolayısıyla ister istemez bi tekinsizlik, ister istemez bi "lan acaba?" hissiyatı yaratıyor insanda. Bununla beraber çevreme verdiğim farklı Mert izlenimlerini topladığınızda anlamlı bir bütüne her zaman ulaşabiliyor musunuz bilmiyorum. Esasında benim açımdan meseleye bakıldığında bir tutarsızlık söz konusu değil. Çünkü kendimi tanıma yolunda 21 yaşıma oranla daha çok yol katettim. 21 yaşım da 17'imden daha iyiydi. eminim 35'im de (şayet görürsek) 27'lik Mert'ten daha iyi tanıyacak kendisini.


Bu arada insanın kendisini tanıması demişken, insan bedeninin dünyayla etkileşimi üzerine müthiş bir yolculuğa çıkmak istiyeyenlerinize Richard Sennett'in "Ten ve Taş" adıyla çevrilmiş eserini öneririm. Metis Yayınları'ndan.


Hadi biraz dedikodu yapalım. İfşaat-ı mahreme yelken açalım. Güzel bir söz var, çoğumuz duymuştur: "Çok kadın, hiç kadındır." Doğruluğu bu kadar çok deneyimlenmiş başka bir söz var mıdır bilemiyorum. O yüzden yol yakınken diyorum bazen, koy koy dolaşmayı bırak da, şöyle güzeller güzeli bir limana demirle. İstemiyor muyum? Hem de çok istiyorum. Ama nedense o limanı bir türlü bulamadım. Nedenini anlayamıyorum. Acaba diyorum, güzel ve keşfedilmemiş nice koyun seyrine malik olmak için mi gözden kaçırıyorum.Yoksa gerçekten artık hayalimde inşa ettiğim o müthiş liman kenti bir El Dorado'dan mı ibaret? Yardım elimi bana ben uzatacağım belli ki. Ama önce ya sorularıma yanıtlar bulmalı, ya da soru sormaktan vazgeçmeliyim.


Bu kadar özel hayat dedikodusu yeter kanımca. Zaten ne dediğim, ne koduğum belli benim. Ne diyorduk? Hah, Kani Karaca. Allah gani gani rahmet eylesin. Güzel adam vesselam. Bir sabah ezanı okuyuşu alır götürür sizi. Hayır mescide değil. Alır götürür derken kolunuzdan tutup namaza götürür demek istemedim. Hoş kılacaksan kıl bana niye sövüyorsun. Kalbi güzel adama ne bahane olursa olsun farketmiyor. Bir olurunu bulup güzelleşecek adama ne sunarsan onu sun. İster kitap ver ister öğüt. İstersen bir bardak su. Bu adama da müzik verilmiş mesela. Almam dememiş. Ya Allah demiş.


Ne diyorduk? Biliyorum bir kere daha sordum çünkü aslında konumuz Kani Karaca da değildi. Şunu konuşmak ve tartışmak niyetindeyim diye ortaya bir şey de dökmedim zaten. Benim hatam. Herhalde uzun süre yazmayınca insan güncel olaylara dank diye giremiyor. Biraz ondan, biraz bundan bahsedelim istemiş olabilirim. Satırlar boyunca esasen hiçbir şeyden bahsetmiyor oluşumu da gözden kaçırmayıp, "yarısında çıktım panpa" diyenlerinize de ses çıkarmıycam.


Bazı düğünlerin sonunda 10. Yıl Marşı çalınması gerizekalılığı vardır bilirsiniz. Sanırsınız düğünden sonra hep beraber gidiliyor, Cumhuriyet Halk Fırkası, İzmir vilayet riyasetine kayıt yaptırılıyor. Öyle bir gaz. La insanlar evlenmiş, en kötü gider biraz daha kafa dağıtır sonra evine döner. Daha bi tur sevişip, sevişemeden yorgunluktan uykuya dalarlar zaten. Neden bir cumhuriyetçi marş çalınıyor? "Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan". İzban'la mı dönecen eve kurban?


Neyse neden 10.yıl Marşı'na bağladım. Çünkü bizde biliyorsunuz bir şeyleri "Atatürk" göndermesiyle bitirmek adettendir. Hani Atatürk'ü tanıyıp, sevdiğimizden değil. Sırf şekilcilik olsun diye. Sorsan en basitinden bir Kinross'u bile okumamıştır. Neyse. Ben de yazıyı bitirmeden evvel konuyu Atatürk'e bağlamak istiyorum. Şekilcilikten değil. Şu ana kadar belki de çok az kişinin dikkat çektiği bir özelliğinden. Elimizde az sayıda ses kaydı var kendisine ait biliyorsunuz. Bunlardan birkaçına dikkat kesilirseniz, kendisi çok güzel "Efendim" diyor. O Rumeli ağzının hiç kaybolmadığı konuşmasıyla "teşekkür ederiz efendim" deyişi var ki, sanki 1932'de Gümülcine'de doğup büyüyen dedemin sesini duyuyorum. Ne güzel bir şive o yahu. Nur içinde yatsın.


Şimdilik görüşürüz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder